Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, 1953, sayı: 46
Derleyen: Selâmi Münir YURDATAP
Bir varmış, bir yokmuş evvel zamanda, güngörmüş, bir kadının
gayet yakışıklı, boylu poslu, bir delikanlı evlâdı varmış. Onu kadıncağız
saraya hükümdar maiyetine vermiş. Günün birinde hükümdar, maiyetinin arasında
dolaşırken hepsine sordu: “İçinizde Ali Cengiz oyununu bilen var mı?” Hepsi
sustular, cevap vermediler. Yalnız içlerinden o delikanlı karşılık verdi:
“Emirimiz, eğer müsaade verirseniz, ben gidip Ali Cengiz’i bulayım ondan ders
alayım, geleyim.” Hükümdar, delikanlının bu cesaret ve atılganlığını takdir
ederek, o saat ona müsaade verdi. Delikanlı, oradan kalktı, doğru Ali Cengiz’
in evine yollandı. Yolda giderken bir seyyaha rast geldi. Seyyah ona sordu:
“Nereye gidiyorsun evlâdım?” Delikanlı şu cevabı verdi: “Ali Cengiz’den oyununu
öğrenmeye gidiyorum.” Seyyah delikanlının koluna girerek dedi ki: “Gel evlâdım!
Ben sana onu öğreteyim.” Biraz sonra seyyahla delikanlı dağlara düştüler. Gide
gide seyyahın oturduğu esrarengiz bir mağaraya geldiler. İçeri girip oturdular.
Bir aralık seyyah dışarı çıktı. Yalnız kalan delikanlı, gayet geniş olan
mağarada dolaşmaya başladı. Orada bir oda buldu. Kapıdan bakınca ayın on dördü
gibi güzel bir kızın gözü iki çeşme ağlayarak nakış işlediğini gördü. Selâm
vererek odaya girdi. Kıza sordu: “İn misin, cin misin?” Kız cevap verdi: “Ne
inim ne de cinim, sizin gibi bir insanım.” Delikanlının hayretini mucip oldu,
kıza sordu: “Peki, siz buraya nasıl geldiniz?” “Efendim, beni vaktiyle annem
mektebe yollamıştı. Yolda bu seyyaha rast geldim. Beni alıp buraya getirdi. Okutmaya
başladı. Fakat ben onun, okurken söylediklerini ve bütün marifetlerini
öğrendiğim için beni bu odada hapsetti.” Kız bunu dedikten sonra delikanlıya
korkunç bir kuyu gösterdi. Bunun içi hep insan ölüleri ile dolu idi. Oğlan bunu
görünce aklı başından gitti. Bayılmak derecesine geldi. Sonra, oğlanı teskin
ederek nasihat etmeye başladı: “Yiğidim, bu seyyah seni doğru olarak okutacak;
fakat sen sakın öyle okuma, hep tersine oku, bu sözlerimi hatırından çıkarma.”
“Bu adam Ali Cengiz’dir.” Oğlan, bu nasihati dinledikten sona kıza teşekkür
ederek, eski yerine gelip oturdu. Biraz sonra seyyah geldi. Delikanlıya dedi
ki: “Haydi, gel oğlum! Seni okutmaya başlayayım.” Delikanlı “Peki efendim,
hazırım” diyerek seyyahın önüne oturdu, seyyah, kitabı açarak delikanlıyı
okutmaya başladı. Fakat oğlan kızın dediği gibi yapmaya, yani seyyah, tekne
dediği zaman direk, direk dediğinde o tekne deyip, her şeyi ters söylüyordu.
Seyyah, delikanlıya (Ali Cengiz) kitabını okuttu. Delikanlı (Ali Cengiz)
oyununu en ince noktasına kadar öğrendi. Fakat delikanlı her bellediğini yalan
yanlış okumaya başladı, öyle ki, seyyah ona kızarak: “Sen ne akılsız adamsın!
Hiç okuduğun şeyin ezberleyemiyorsun!” diyerek, ona mükemmel bir dayak atıktan
sonra dağ başına alıp götürdü, orda bıraktı. Oradan seyyah savuşunca, delikanlı
hemen başını alıp yürüye yürüye annesinin evine geldi. Onu çoktan beri görmeyen
kadın öyle sevindi ki, hemen çocuğuna sarılarak ağlamaya başladı. Ertesi gün
delikanlı annesine: “Valideciğim! Yarın ben at olacağım. Hemen beni saraya
götür sat, fakat sakın yolda giderken dizginimi kimseye verme,” dedi. Ertesi
gün kadın baktı ki, hakikaten oğlu güzel bir at olmuş, hemen onu aldığı gibi
doğru saraya götürüp iyi bir fiyatla sattı.
Gece olunca, kadının kapısı çalındı. Açınca karşısına oğlu
çıkmasın mı, hayretler içinde kaldı, onu eve aldı. Beraber yemek yedikten
sonra, delikanlı annesine dedi ki: “Anneciğim! Yarın ben bir koç olacağım. Beni
saraya götür, hükümdara satıver.” Sabah olunca, delikanlı seyyahtan öğrendiği
hüneri sayesinde kendisini birkaç dakika içinde koç yaptı. Annesi de onu saraya
götürdü, yolda giderken seyyaha rastladı. Koçu görünce tanıdı, kendi kendine;
“Vay kâfir enciği çocuk vay, dedi, demek Ali Cengiz oyununu öğrendi.” Sonra
kendisini ateş yaparak kadının yolunu kesti, fakat kurnaz ve hünerli delikanlı,
derhal kuş olup uçtu. Bunu gören seyyah bir güvercin olarak onu arkasından
kovalamaya başladı. Bu esnada bu manzaraya alık alık hayretle bakan kadın buna
şaşıp kaldı. Kuş olan delikanlı, güvercini görünce hemen saraya giderek, elma
olup hükümdarın kucağına düştü… Seyyah hemen eski haline dönüp hükümdarın
karşısına çıkarak, kucağındaki elmayı gösterip dedi ki: “Bu elma benimdir.”
Hükümdar şaşkınlıkla cevap verdi: “Nasıl olur… Fakat istersen senin olsun.”
Seyyah tam elmayı almaya hazırlanırken elma darı tanesi olup yere saçıldı. Bunu
gören seyyah hemen tavuk olup, darıyı yemek için gagasını uzattı. O sırada,
darı sansar olup, süratle tavuğun üstüne sıçrayarak tavuğu boğdu, kanını emdi.
Sonra silkinip eskisi gibi delikanlı oldu. Bunu gören hükümdar, hayretler
içinde kalarak: “Vay sen misin evlâdım?”, dedi. Delikanlı: “Evet Emirim!” dedi.
“İşte buna Ali Cengiz oyunu derler. O seyyah benim ustam idi. Beni kıskandı,
öldürmeye kalkıştı. Ben ondan üstün çıkarak gördüğünüz gibi onu helâk ettim.”
Hükümdar bundan fevkalâde memnun olarak onu azat etti. Eline yüz bin akçe
verdi. Delikanlı da bunları alınca hemen mağarada bıraktığı kızı kurtardı.
Büyük bir konak satın alarak mükellef bir düğün yaptı. Yiyip içerek muratlarına
nail oldular. Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine…