13 Aralık 2022 Salı

Masal 3: KÖK ÇOCUKLAR

Toprağın altında, yeraltının  derinliklerinde ağaçların kökleri arasında küçük kök çocuklar bütün kış boyunca derin bir uykudaydılar. Ne ısırıcı rüzgarı ne soğuğu ne de keskin kar fırtınalarını hiç hissetmeden, sıcacık yuvalarında oyunları rüyalarında gördüler. Ah ne de harika rüyalardı onlar!

Kış sona erip de güneş karları eritmeye başladığında Toprak Ana onları tekrar uyandırmak için mumuyla birlikte çıkageldi.

‘Çocuklar uyanın.’ dedi o yumuşacık sesiyle. 

‘Artık kalkma zamanı! Yeterince uyudunuz. Bahar geliyor ve yapılacak işler var. Size iğne, iplik makas ve kumaş parçaları getirdim. Böylece her biriniz kendinize yeni giysiler yapabilirsiniz. Uyanın! Hazır olduğunuzda, yeryüzüne giden kapıların kilidini açacağım.’

Çocuklar esneyip gerindikten sonra neşeyle ayağa fırladılar. Yaşasın, bahar geliyor! Toprak Ana’nın sepetinde güzel renkli kumaş parçaları vardı. Kök çocukların her biri bir elbise yapmak için kendi rengini seçti. Nergis parlak sarı renkli bir kumaş seçti, yaban gülü hafif bir pembe ve gelincik de parlak turuncu bir kumaş seçti. Sonra keyifli bir çember içinde oturdular ve harıl harıl çalışmaya başladılar. Her şeyi tam tamına uyana kadar kestiler diktiler ve ütülediler; çalışırken de bir yandan bildikleri bütün bahar şarkılarını söylediler.

Bahar geliyor, bahar geliyor, çiçekler de geliyor, gelincikler, gül ve nergisler hepsi uyanıyor! 

Baharı müjdeliyor.

Yeni elbiselerini bitirir bitirmez uzun bir sıra halinde Toprak Ana’ya gittiler. Kök çocukları bu kadar çabuk karşısında gören Toprak Ana şaşkınlıkla gözlüklerinin üzerinden onlara baktı.

‘Evet evet ne kadar da hızlısınız!’ diye heyecanla seslendi ‘ve hepsi de ne kadar güzel görünüyor!’

Yeryüzünün üzerinde, ılık güneşin etkisiyle ağaçların taze yeşil yaprakları kendilerini göstermeye başlamıştı bile. Sonunda bahar gerçekten gelmişti! Toprak Ana kapıyı açtı. Sonra o güzel bahar güneşi altında kök çocuklar bir alay halinde yerden yukarı çıktılar ve ellerindeki çiçekten ve çimenden asalarla yeryüzünü rengarenk donattılar.

Parlak güneş gökyüzündeki tahtından içinde uyuyan tohumların yattığı yeryüzüne baktı.

Ve kendi kendine ‘Çiçek bebeklerin uyanıp oynama zamanı geldi.’ diye düşündü.

Altın ışınlarıyla tüm çiçek ailelerinin kapısını çaldı

‘Uyanın uyanın!’ diye neşeyle kıkırdadı

‘Uyanıp yeryüzünü boyama zamanı!’

İlk önce kardelenler uyandı

Sonra da çiğdem ve güller

Nergis, menekşe ve her türlü gelincikler

Parlak güneşin altında esneyip gerindiler

Evet, baharı neşeyle donattı bütün çiçekler..


10 Aralık 2022 Cumartesi

Hz. Adem'in yaratılması

Allah, hayra ve şerre uğramak, sınamak üzere Adem'i yaratmak istediği zaman, özü doğru Cebrail'e "Yürü, yeryüzünden bir avuç toprak ödünç al!" buyurdu.

Cebrail hizmete bel bağlayıp âlemlerin Rabbi'nin emrini yerine getirmek üzere yeryüzüne indi. O buyruk kulu, yere el attı. Toprak kendini çekti, çekindi. Dile gelip yalvarmaya başladı: 

"Tek yaratıcı hürmetine beni bırak. Yürü git, canımı bağışla! O yüğrük atının yularını çek benden. Benden yaratılacak insan, tekliflere uğrayacak, tehlikelere düşecek. Allah hakkı için beni bırak, alma. Allah seni seçti, Lehv'deki bilgiyi sana gösterdi. O lütuf hakkı için vazgeç benden. Allah ihsanı ile meleklere hoca oldun. Daima Allah ile konuşmadasın. Peygamberlerin de elçisi olacaksın. Sen, vahiy canının hayatısın, bedenin değil. İsrafil, bedenlere can verir, sen cana can katarsın. O yüzden İsrafil'den üstünsün. O, Sur'u üfürür, bedenlere can gelir. Senin nefesin, mücerret gönüllere can bağışlar. Bedendeki canın canı, gönlün diriliğidir. Şu halde senin ihsanın, İsrafil'in ihsanından üstündür. Sonra Mikâil bedenlere biçim verir. Senin çalışmansa aydın gönlü rızıklandırır. O kile vergisiyle eteğini doldurmuştur. Senin rızkınsa kileye sığmaz.  Kahır ve şiddet sahibi Azrail'den de üstünsün. Rahmetin, gazaptan fazla ve üstün olduğu gibi. Arşı bu dördü taşırlar. Sen bunların padişahısın. Hakikatte uyanıklık bakımından dördünün en yücesi ve en üstünüsün. Mahşer günü görürsün ki arşı sekiz melek taşır. O zaman sekizinin en üstünü yine sen olacaksın." demeye başladı. Bu çeşit sayıp dökmeye, ağlayıp yalvarmaya koyuldu. Çünkü o, bundaki maksadın ne olduğunu anlamış, bundan bir koku almış idi. Cebrail, utanç madeniydi. O antlar, yolunu bağladı. Yer, pek çok yalvardığı, antlar, yeminler verdiği için geri döndü. Dedi ki: "Ey kulların Rabbi! Ben senin işinde serseri değildim. Fakat aramızda geçen şeyleri, söylenen sözleri sen daha iyi bilirsin. Adlarından bir adı andı ki ey her şeyi gören Allah, o adın korkusundan yedi gökte dönmesini terk eder durur. Utandım, adından sıkıldım. Yoksa bir avuç toprak getirmek kalay bir şey… Sen meleklere öyle bir güç vermişsin ki bu gökleri bile yırtar." Allah Mikâil Aleyhisselam'a; "sen yeryüzüne in de ondan aslan gibi bir avuç toprak kapıver." Mikâil yeryüzüne inip ondan bir avuç toprak kapacağı zaman yeryüzü titredi, ağlayıp sızlamaya, yalvarmaya, gözyaşı dökmeye başladı. Gönülden yalvardı, kanlı gözyaşı dökerek antlar verdi. Dedi ki: "Lütuf sahibi eşsiz Allah hakkı için ki seni, arşı taşıyan ulu melekler arasına kattı. Âleme rızık veren kilelerin memurusun. Lütuf ve ihsan susuzlarına avuç avuç su verirsin. Mikâil fizik veren kilecidir. Bana aman ver, azat et beni. Bak, kanlı gözyaşlarına bulandım da seninle öyle konuşuyorum. Melek, Allah merhametinin madenidir."  Dedi ki; "Şimdi ben şu yaranın üzerine nasıl tuz basayım?" Nitekim Şeytan da kahır madenidir.  Adem oğullarından bu yüzden feryat eder. Yiğidim, merhamet gazaptan fazladır, gazaba üstündür. Allah sıfatlarından lütuf, kahrın üstündedir. Kullar da onun huyundandır. O Allah resulü, o sülûk kılavuzu; "İnsanlar, padişahların dinindendir." demiştir. Mikâil, din Rabbi'nin huzuruna eli boş döndü. Dedi ki: "Ey sırları bilen tek padişah, toprak ağlayıp inledi, yolumu bağladı benim. Senin yanında gözyaşının bir değeri vardır. İşitmezlikten gelemedim. Ahın, feryadın sence yüce bir değeri var. O hukuku terk etmek elimden gelmedi. Artık ben nasıl inat edebilirdim? Kul günde 5 kere namaza gel, feryat et diye davet edilir. … Allah'ımız bunun üzerine İsrafil'e; "Yürü, avucunu toprakla doldur gel!" dedi. İsrafil yeryüzüne geldi; fakat toprak ağlayıp sızlamaya başladı. Dedi ki: "Ey sûr meleği, ey hayat denizi! Ölüler senin nefeslerinle dirilir, mahşere gelir, o ovayı doldurur… Ey ölüm kılıcıyla helak olanlar, dallar, yapraklar gibi topraktan baş kaldırın dersin. Senin merhametin ve o tesirli nefesin yüzünden şu âlem dirilerle dolar. Sen rahmet meleğisin, merhamet edersin. Sen arşı taşımaktasın, ihsan ve lütuflarının kıblesisin.  Arş, ihsan ve adalet madenidir. Onun altından yargılamalarla dolu dört tane ırmak akmaktadır. Süt, ebedi olan bal, şarap ve akarsu ırmakları… Bunlar, arştan cennetlere giderler. Âlemde o ırmaklardan çok az şey görünür. Gerçi o dört ırmağın burada görünen cüzleri bulanıktır ya. Neden? Acı yokluk zehrinden. O dört ırmaktan yeryüzüne bir yudumcuk serptiler de bir fitnedir kopardılar. Bu suretle aşağılık kişiler onların aslını arasınlar, bunu dilediler. Fakat adam olmayanlar buna kani olup gittiler. Allah çocukları beslemek, yetiştirmek için sütü verdi, her kadının göğsünü bu süt ırmağına kaynak yaptı.  Şarap ırmağını gamı defetmek, düşünceyi gidermek, insana kuvvet ve cesaret vermek için üzümden akıttı. Suyu da temizlenmek ve içip kanmak için herkese ihsan etti. Bu suretle bunları görüp, asıllarını izlemeni diledi…"  İsrafil'e karşı suratını ekşitti, yüzlerce şekilde yalvarıp yakardı. "Ululuk ıssı pak Allah hakkı için, bana bu kahrı helal görme. Ben bu işten bir koku alıyorum, kafama kötü bir şüphedir girdi. Sen, rahmet meleğisin, merhamet edersin. Çünkü hûma kuşu, hiçbir kuşu incitmez. Ey dertlilere şifa ve rahmet olan melek, sen de o iki kişinin yaptıklarını yap." Dedi İsrafil çabucak padişahın kapısına döndü. Özür getirdi, olanları anlattı. Dedi ki: "Ya Rabbi, görünüşte toprağı al, diye emrettin, ama içine onun aksini ilham ettin. Kulağıma toprağı al dedin, aklıma da bunun aksini emrettin. Rahmet gazaptan fazladır, üstündür. Üstün geldi, eş işleri eşsiz, örneksiz olan ve iyi işler yapan Allah!" Yüce Allah bu sefer Azrail'e emir verdi: "Çabuk git, o hayallere kapılmış toprağın halini gör! O arık zalimi bul, bir avuç toprak al gel." Kaza ve kader çavuşu Azrail buyruğu yerine getirmek üzere toprak yuvarlağına geldi. Toprak adet-i veçhile yine feryada, ant vermeye başladı.  Birçok yeminler verdi: "Ey has kul! Ey arşı taşıyan, arşta da ferşte de emrine itaat edilen! Tek ve merhametli Allah'ın hakkı için git! Sana lütuflarda bulunan Allah hakkı için git. Kendisinden başka tapılanı bulunmayan, huzurunda kimsenin ağlaması, sızlaması reddedilmeyen padişah hakkı için." Fakat Azrail dedi ki: "bu efsunla gizli, aşikâr buyruk sahibi olandan yüz çevirmem ben." Toprak; "o, ilim sahibi olmayı da emretti. İkisi de emirdir. Bilgi yolu ile lütfet de o emri tut." Dedi. Azrail; "O, ya tevildir, ya kıyastır. Apaçık emirde öyle kıyasa, tevile az uy. Kendi düşünceni tevil etsen daha iyi… Başka hiçbir emre benzemeyen bu açık emri tevil etmekten daha yeğ… Yalvarmana içim yanıp durmada. Acı gözyaşlarından gönlüm kan doldu. Merhametsiz değilim; hatta o üç temiz melekten daha merhametliyim ben, senin derdinle dertleniyorum. Ben bir yetime tokat atsam, halim bir adam da ona tatlı bir şey verse, bu tokat onun tatlısından daha hoştur. Eyvah! Eğer o tatlıya kanarsa… Feryadından ciğerim yanıyor. Fakat Allah bana başka bir lütuf öğretmede. Gizli lütuf kahırlar içerisindedir, akîkin pislik içerisinde oluşu gibi. Allah'ın kahrı, benim ilmimden yüz kat iyidir. Allah'tan canını esirgemek, can çekişmektir. Onun en kötü kahrı iki âlemin ilminden de iyidir. Onun kahrında lütuflar gizlidir; onun uğrunda can vermek adamın canına canlar katar. Kendine gel de kötü zannı ve azgınlığı bırak. Mademki Allah gel diyor, başını ayak yap da koş. Onun gel demesi insana yücelikler verir; sarhoşluklar, eşler, yaygılar bağışlar. Ben o yüce emri hiç; ama hiçbir surette tevil edemem." Dertli toprak bütün bunları duydu. Fakat o kötü zan, kulağına küpe olmuştu, ondan vazgeçmedi. Aşağılık toprak tekrar başka bir çeşit yalvarmaya, sarhoş gibi secde etmeye başladı. Azrail dedi ki: "Yeter artık! Bundan daha fazlası yok. Hem benden sana ziyan da gelmez. Ben istersen sana başımı, canımı rehin vereyim. Yalvarmayı düşünme! Artık o rahmet ve adalet sahibi padişahtan başkasına da yalvarma da. Ben emir kuluyum, emri terk edemem. Onun emri, denizden toz koparır. O kulağı, gözü yaratan Allah'ın emrinden başka kendiliğimden ne bir hayır dilerim ne de bir şer." … Azrail torağı lafa tuttu, o sırada köhne topraktan bir avuç kaptı. Yeryüzünden sihirbazca bir avuç toprak aldı. Halbuki toprak sözle meşguldü, ondan haberi bile olmadı. O bir avuç toprağı yeryüzünün rızası olmadan aldı. Kaçmak isteyen, ayakları gerisin geriye giden çocuğu nasıl zorla mektebe götürürlerse öylece Allah kapısına götürdü. Yüce Allah; "Apaydın bilgim hakkı için sen bu halkın cellâdı yapacağım." buyurdu. (Mesnevi, C:5, B:1555 v.d) Anuş Gökce


https://www.konyayenigun.com/kultur-sanat/hz-ademin-yaratilmasi-h105227.html

Konya Yeni Gün

Masal 2- Sihirli Sopa

Evvel zaman içinde kalbur saman içinde küçük bir erkek çocuk yaşarmış çok güzel bir şehirde, evini çok severmiş odasını, oyuncaklarını da ama bütün gün aynı şeylerle oynamaktan ve aynı şeyleri yapmaktan sıkılmış ve bahçeye çıkmış kocaman dalları olan bir ağacın altında oturmuş birazda canı sıkılıyormuş etrafına öylece bakınırken ağacın dallarından biri koparak çat diye küçük oğlanın yanına düşü vermiş ve bu sopa düşer düşmez bir şarkı tutturmuş; 

Haydi sar beni Gökkuşağına  

Götüreyim seni, Düşler diyarına  

Küçük oğlan çok şaşırmış kopup düşen sopanın şarkı söylemesi ona onun sihirli olacağını düşündürmüş. Bu gerçek sihirli sopa olmalı demiş onu almış evine götürmüş, evine gider gitmez annesinin sepetinde duran iplerle onu güzelce rengarenk sarmış, bir sürü değişik renk kullanmış sonra bu güzel sopayı güvenli bir yerde saklamak için odasına götürmüş ve tam baş ucundaki masanın üzerine koyu vermiş ve rahat bir uykuya dalmış, ertesi gün kalktığında aynı şarkıyı söylediğini duymuş sihirli sopanın;  

Haydi sar beni Gökkuşağına  

Götüreyim seni, Düşler diyarına  

Sopayı olduğu yerden almış  ve eline alır almaz hafif bir sallantı hissetmiş sanki hadi gel benimle dercesine, küçük çocuk sopayı izlemiş sopa onu bahçeye doğru götür muş bahçede gittikleri yerde bir de bakmış ki yerde rengarenk kuş tüyleri var, küçük oğlan demiş ki düşler diyarı burası olmalı ve oradaki rengarenk tüyleri toplayıp sopasına takmaya karar vermiş ve tüm tüyleri takmış şimdi sopa eskisinden de güzel görünüyormuş ertesi  sabah küçük olan kalktığımda sopa yine aynı şarkıyı söylüyormuş  

Haydi sar beni Gökkuşağına  

Götüreyim seni, Düşler diyarına  

Küçük olan heyecanla sopayı kapmış ve tekrar onu bir yerlere götürmesini beklemiş bu kez sopa onu çok güzel bir deniz kenarına götür muş, deniz kenarında kumların üstünde rengarenk deniz kabukları varmış deniz kabuklarını toplayıp sopasına yapıştırmaya karar vermiş küçük oğlan demiş ki işte düşler diyarı bu olmalı ve o güzel deniz kabuklarını sobasının üstüne yapıştırmış ama ertesi gün sihirli sopa yine şarkısını söylemeye başlamış 

Haydi sar beni Gökkuşağına  

Götüreyim seni, Düşler diyarına  

fakat bu sefer sopayı eline aldığında sopa onu hiç dışarıya çıkarmaya çalışmamış  aksine annesiyle babasının odasına doğru çıkarmış, annesi ve babasının odasına girdiğinde küçük oğlan gözlerine inanamamış çünkü annesi ve babasının ortasında sıcacık  battaniyelere sarılı bir şekilde minicik bir bebek yatıyormuş çok sevimli görünüyormuş ve küçük oğlan demiş ki işte düşler diyarı bu olmalı küçük bebeğe doğru yaklaşmış ve ona uzun uzun bakmış, sihirli sopasını göstermiş bebek gülümsemiş küçük oğlanda kendini çok mutlu hissetmiş  bu sihirli sopa o günden sonra küçük oğlana çok güzel çok sihirli maceralar yaşatmış ama küçük olanın en çok hoşuna giden macera küçük bebek kardeşinin eve gelmesi olmuş. 

Çocuk Nasıl Yetiştirilmelidir?

Nasıl her gül tohumu içinde gül olma çağrısı taşıyorsa, bizler de her birimiz özümüzde özgür bir ruh olma çağrısı taşıyoruz. Rudolf Steiner (1861- 1925 Waldorf metodunun kurucusu) 

Sevgili Anne Bebek dergisi okuyucuları, 

Bazen bir insan tanırsınız ve bütün hayatınızın akışı değişir.  

Waldorf pedagojisi Nisan İmece Anaokulu kurucusu sevgili Ömer Özkan benim için hayat akışımın farklı bir yöne kaymasına vesile olan insanlardandır. 

Büyük kızım Mina henüz 4 aylıkken alternatif eğitim sistemlerini araştırıyordum. 

Waldorf pedagojisi hakkında bir kaç veriye ulaştım. Daha sonra Ömer Özkan’ın bloğuna denk geldim. 

Bloğu bir çırpıda okudum. Tüm yazıları... Saate baktım, akşam 22:00 idi. Arasam ayıp olur mu diye düşündüm ve kendime engel olamadım. Aradım, yaklaşık bir saat konuştuk. Çocuklarımı bu pedagojiden esinlenerek büyütecektim, meğer aradığım yol buymuş. Ve o günden sonra ne zaman çocuklarımın anlam veremediğim ya da nasıl davranacağımı bilemediğim bir davranışı olsa Ömer Özkan hep imdadıma yetişti. Yurtdışından gelen eğitmenleri ile sohbet etme fırsatı buldum. 

Waldorf pedagojisini bizim Anadolu kültüründeki çocuk yetiştirme biçimine çok benzetiyorum. Şu anda ikinci kızım Ela’da da aynı yoldan gidiyorum. Onlar mutlu, ben mutlu. 

Ömer Özkan ile yaptığım röpörtajı sizlerle paylaşıyorum ve şunu da eklemek istiyorum. Ebeveynlikle alakalı herkes o kadar çok şey biliyor ki... Dış seslere kendinizi kapatın, araştırın, öğrenin ama kendi kalbinizin sesini dinleyin. Çünkü hangi koşulda olursa olsun, çocuğunuz için en iyi anne baba sizlersiniz! 

-dinamikanne : Sevgili Ömer, seni kısaca tanıyabilir miyiz? 

-ÖMER ÖZKAN : 1972 yılında Marmaris’te Datça’lı ilkokul öğretmeni baba ve Marmaris’li ev hanımı anneden dünyaya geldim. Çocukluğum orman ve denizde annenemin masalları ve babamın köy entitüsü hikayeleri ile geçti. Ankara’da bilgisayar mühendisliği okudum. Denizci olarak askerlik görevim İstanbul’a geldim. Bu şehirde önce işimi sonra hayat arkadaşım Evren’i buldum. Şimdi 10 yaşında İlke ve 7 yaşında İdil isminde 2 kızım var.  

 -dinamikanne : Waldof pedagojisi ile yolun nasıl kesişti? 

-ÖMER ÖZKAN: Kızım İlke hayatımıza girince babanın anlattığı okul özlemi ile modern pedagojileri araştırmaya başladık. 2008 yılında Tarhan hanım ve arkadaşları ile tanıştım. Birlik olarak Eğitim Sanatı Dostları derneğini kurduk. 2009 yılında İstanbul’da Waldorf eğitimci eğitimlerine katıldım. 2011 yılında hocalarımdan Ulla Middelkamp ve arkadaşım velilerle birlikte Waldorf girişimine başladık. Şimdi Kuzguncukta halen devam eden bir Anaokulumuz var.  

dinamikanne: Bu pedagojinin geçmişinden bahsedebilir misin ve Türkiyede başka nerelerde var?  

Ömer Özkan: İlk Waldorf okulu 1919 yılında Almanya’da fabrika işçilerinin çocukları için özgür eğitim talebiyle başlamış. 1919 yılı tüm aydınlık hareketlerin başlangıcı olsa gerek. Şimdi tüm 50 ülkede yaygın olarak anaokulundan liseye kadar var. Bu ülkeler arasında gelişmiş ülkelerin yanı sıra, komşu ülkelerde var, Gürcistan, Yunanistan, Çin, Bulgaristan, Ukrayna, Mısır 

Bu pedagojinin uygulanması için eğitimci eğitimleri temel. Bu nedenle 2009 yılında 1. İstanbul Waldorf Eğitimci Eğitimleri tamamlandı. 2015 yılında 2. Eğitimlere başlandı ve seneye Bizden hemen 6 ay sonra Bodrum kuruldu. Eskişehir, İzmir, Alanya, Büyük Ada, Kıbrıs ve Caddebostan’da girişimler var.  

Dinamikanne: Diğer yaklaşımlardan ayıran temel özellik nedir? 

Ömer Özkan: Waldorf eğitimi entelektüel bir içeriği çocuğa zorla öğretmek yerine; uyandırılmış ve geliştirilmiş yeteneklere ulaşmayı amaçlar. Böylece öğrenme kendini ve dünyayı keşfetmenin yolculuğu haline gelir. Steiner anne babalara “Eğer çocuğunuza ideallerinizi aşılamak istiyorsanız, kendi kendinizin ideali olmalısınız” önerisinde bulunur. 

Eğitim anaokulundan başlayarak sanat, zanaat ve bilim birlikte ilerliyor. Değerler eğitimi hem eğitmen için hem de çocuklar için temel. Eğitmen sürekli olarak kendi üzerinde çalışır ve çocuklara örnek olur. Tüm materyaller doğaldır, beslenme kalitelidir. Okulun sahibi veliler ve eğitmenlerdir, okulda hiyerarşi yoktur. Kardeşlik, paylaşma ve eşitlik ilkeleri gözetilir.  

Öğretme metodu ve biçimi, çocuğun ve gencin yaşına göre farklılık gösterir. 

Bütün aktiviteler, yaşa özgü gelişim ihtiyaçlarından yola çıkar. Yani ilk üç yıldaki arzu ve istek yönelimli gelişimden, resimsel oyunlara ve yuvadan okula geçerken gittikçe artan bilme ve kavrama yönündeki zihinsel aktivitelere geçiş olarak sürer. 

Yeni ayağa kalkan çocuk (okul öncesi çocuğu) taklit eder ve rol modelleri ve örneklerle yetişir. Okul öncesi eğitimin en temel karakteristikleri, talimatlar verilmeyen ama kılavuzluk edilen serbest oyun, hareketler ve duyusal bakımından deneyim kazanmadır. Eğitmen, çeşitli yolların yanında ritmik öğe üzerinden, günün, haftanın, mevsimlerin ritmik biçimlendirilmesi sayesinde çocuğun sağlıklı fiziksel ve duygusal gelişimini destekler ve bu yolla kendine güven ve dünyayla baş edebilme yetisinin temellerini atar. 

Okul çocuğu öğretmenden öğrenir; öğretmen derslerini yaratıcı biçimde hazırlar ve bunun için elinde çeşitli metotlar bulunmaktadır. Böylece çocuklarını tüm büyük bilgi alanlarına sokarak (blok dersler) yön gösterir. Öğretmen, özellikle de sınıf öğretmeni öğrencileriyle (ve onların eğitiminden sorumlu kişilerle) gerçek bir ilişki kurar ve çocukların yaşları büyüdükçe sanatsal ders biçimlendirme çerçevesinde daha dizgisel tinsel bir öğrenme uygular. Verimlilik beklentileri sınıf öğretmeni bakımından, sınıfındaki zekâ dalga boyu için öğrenim hedefleri belirlemesi ve gerçekleştirmesi anlamına gelir (içsel ayrışma). 

Üst sınıflardaki gençlerin dersler sayesinde, içeriklerle eleştirel ve analitik biçimde uğraşabilme, kendi başına bağımsız bir yargılama yetisi geliştirme yetkinliğine ulaşmaları ve sonunda öğrenim içeriklerini kendi kendine özgürce işleyebilecek duruma gelmeleri gerekir. Ayrıca uygun ödevler sayesinde kendi kendinin bilinci oluşmalı, kişisel sorumluluk ve dünyayla bağlanmış bir ilişki kurulabilmeli ve alıştırmaları yapılabilmelidir. Son sınıfta gittikçe artan ölçüde bireysel öğrenim yolları sunulur. Sınıf birliğinin sürdürülmesiyle toplumsal yetkinlik sağlamlaştırılır. 

Dinamikanne: Materyallerin doğal ve ekolojik olmasının önemi nedir? 

ÖMER ÖZKAN: Çocuklar ilk yedi yılda özellikle yaşam, dokunma, denge ve hareket duyuları gelişir. Dokunma duyusunun gelişmesi gerçek, farklı, kaliteli malzeme kullanılmasıyla mümkündür. Çocuk kestane, meşe, gürgen ağaçlarını farkını dokunarak, koklayarak ve görerek bütünsel olarak hisseder ve dokunma duyusu gelişir. Bu ilerde benlik duyusunun gelişmesinin temelidir.  

Dinamikanne: Şu anda yalnızca ana okulu olması gelecekte sorun yaratmaz mı? Buradan çıkan yaratıcı, sanat odağı ile ve doğa bütünlüğü içinde yetişen çocuklar diğer okullara adapte olabiliyor mu? 

Ömer Özkan: Seneye ilkokul açmak için gerekli adımlarla ilerliyoruz. İlkokul öğretmenimiz 3 ay Amerika Michagen’da hem eğitimlere katıldı hem de sınıflarda gözlem yaptı. Waldorf yuvalarında büyüyen çocuklar temel duyuları, bedenleri ve ruhları sağlıklı büyüdüğünden, okullarda hemen fark edilen çocuklar oluyorlar. Büyük kızım İlke devlet okuluna gittiğinde öğretmeni bize İlke nasıl büyüdü diye sordu. İlk yedi hem evde hem de okulda Waldorf felsefesiyle büyüyen çocuklar hayatla daha güçlü baş edebiliyorlar diyebilirim. Hem okulumuza hem de evimize gelen Dünyalı Waldorf çocuklarında yaptığımız gözlemde bunu söyleyebilirim. Tabi Anadolu’nun köylerinde kasabalarında “gönüllü” öğretmenlerimiz unutmayalım, masal anlatan dedeler, ninni söyleyen nineler hepsi bu kadim bilgeliği verebiliyorlar, o noktaya bilim ve bilgeliği ekleyerek dönmek gerekiyor. 

-dinamikanne : Waldorf ekolü ile büyüyen çocukların ortak özellikleri nelerdir? 

-ÖMER ÖZKAN : Öğrenmeye seven ve öğrenmeyi oyun ve heyecan olarak görüyorlar. Düzenli ve planlı olmak isterler. Yaratıcı ve yardımseverdirler. Değerler onlar için çok önemlidir. Dünyaya ve insanlara yardımcı olmak isterler. Sorumludurlar, işlerini iyi yapmak isterler. Sanatla ve zanaatla uğraşmayı çok severler, becerikli ve sabırlı olurlar. Tabi genelleme yapıyorum, her çocukta seviyesi farklı olsa da sanat onlar için vazgeçilmez. Okul ile evin bu nedenle uyumlanması çok önemli. Anne ve babalar mutlaka sanatla amatör olarak uğraşmalı, çocuklarına örnek olmalı, unutmayın Beethoven 35 yaşında müziğe başladı.  

-dinamikanne : Waldorf pedagojisine göre çocuklar için aktivite yaşı kaç olmalı? Örneğin piyano, bale, jimnastikcimnastik, yüzme, at binme gibi aktivitelere kaç yaş itibari ile başlayabilirler? 

-ÖMER ÖZKAN : Akademik ve bilişsel olarak öğrenme 7 yaşında başlamalı. 7 yaş öncesi oyun olarak cimnastik, yüzme ve at binme çocuklara en az 4 hafta ritimle ve tekrarla yapılırsa 4-5. Haftada çocuklar içselleştirir.  

Piyano, ses aralığı çocuk kulağı için fazla çocuk piyano dâhisi ise 4-5 yaşında başlayabilir, böyle çocukların milyonda bir olduğunu unutmayın. Böyle olmayan durumda çocukların işitme duyuları zarar görür. Waldorf okullarında piyano 9 yaşında başlar.  

Bale, çocuğun fiziksel ve fizyolojik gelişimini zorlar, 9 yaşına kadar ayaklarına doğru büyürler. Beden sağlığı açısından 9 yaşı tavsiye ediyorum. Artık Türkiye antrenörleri sportif açıdan çocukların erken forma sokulmasının çocuğun spor kariyerini bitirdiğini öğrendi. Olimpiyatlara giden birçok sporcu 9 yaşına kadar temel sporlarla haftada 1 yada 2 gün çalışıyor. Yoğun çalışmalar 14 yaşından sonra başlıyor. Erken başlayan forma giren nice yetenekli geç yaşlarda spor hayatı bitti.  

dinamikanne : Çocukların ilk 7 yılı nasıl geçmeli? 

-ÖMER ÖZKAN :  

Temel ilke taklittir. Bu dönem her türlü ekrandan uzak, sağlıklı ve doğal beslenen, doğa da ve hareket edebileceği ortamda olması önemlidir. Anne, Baba ve eğitmenler net olmalı, evet evet hayır da hayır olmalı.  

Fiziksel organlara yapılandırıcı etki eden kuvvetlerden biri de içinde bulunulan ortamla neşeli ilişkidir. Eğitmenlerin güler yüzlü olması ve özellikle de zorlamasız içten sevgi önemlidir. Sevgi, aslında fiziksel organların biçimini de etkiler. Sağlıklı örneklerin taklit edilmesi, böyle bir sevgi atmosferinde olanaklı olursa, çocuk doğru ortamda bulunuyor demektir. 

Çocukların dünyada olup bitenlere derinlemesine ilgi duydukları ve bu hareketleri ya da olayları büyük sevinçle taklit ettikleri bir gerçektir. Sevgi ve neşe, daima bulunması gereken iki ilkedir, özellikle ilk yedi yılda çok önemlidir. Erişkin insan bu süreçte örnektir, rol modelidir; çocuk önünde yaşanan, olup biten her şeyi algılar ve içselleştirir. 

Yürümek ve konuşmak gibi en temel insani yetenekleri çocuk taklit ederek öğrenir. İlişki, sevinç ve hareket, her tür öğrenme için olmazsa olmaz ön koşuldur. Çocuk, erişkinlerin anlamlı faaliyetlerini yaşayarak izler, erişkinlerin ise faaliyetlerini çocukların gözlemleyebileceği ve kavrayabileceği biçimde yapması, çocuğun taklit edebilme yetisini desteklemesi önemlidir. Bu, çocuğun duygu ve düşünce dünyasına biçimlendirici ve düzenleyici şekilde etki eder.  

Çocuklarla, bir davranış, bir istek üzerinden iletişim kurulabilir, ama çocuğun yalnızca zihnine hitap eden yapma, etme gibi uyarılar ya da öğretici kuralcı laflar aslında bir şey ifade etmez. Demek ki çocuklar taklit yoluyla sadece dış davranışları algılamakla kalmaz, aynı zamanda bizlerin insani tutum ve çevremizle uyumumuz gibi olguları da ayrımsarlar. Bunlar ise ilerideki sorumlu ve etik davranışların temelini oluşturur. 

Waldorf Pedagojisi, çocuğun bedensel ve ruhsal sağlığını desteklemek ister ve eğitimin yaşamın ileriki safhalarındaki olası etki ve sonuçlarını sorgular. 

Çocuk doğduğunda organları henüz tamamen biçimlenmiş değildir. Örneğin beyinde henüz o bildik kıvrım yapıları neredeyse yoktur. Bir organ üzerinde ne denli uzun süre yapılandırma çalışması gerçekleşmişse, onun biçimi ve işlevi o denli mükemmel olur. Yapılanabilir çocuk organizmasının erkenden sertleşmemesi ve uzun süre yapılanabilir kalması için, bu biçimlendirici, yaratıcı kuvvetlerin özel koruma ve bakıma ihtiyacı vardır. 

Çocuk taklit etme gücü ve bireysel getirdiği yeteneklerin gücüyle çevresini içselleştirerek özümser. Henüz dış etkilere karşı korunmasız olan ruhu, bulunduğu ortamda düşünülen, hissedilen ve yapılan her şeyi emer ve duyumsar. Bu nedenle estetiğin, renklerin ve biçimlerin büyük rolü vardır. 

Çocuk aynı zamanda kendi hareket akışını da içselleştirir. Farklı biçimlerde tahta bloklarla bir köprü yapmaya çalışmak, tartıp biçen beceriyi ve konsantrasyonu destekler, çocuk taşıma ve yüklenme kuvvetlerinin etkilerini yaşar ve içselleştirebilir, bu da ileride bir mühendisin ya da mimarın ihtiyacı olan temel duygudur örneğin. Ama tartıp ölçen bir düşünme, hepimizin ihtiyacıdır. Çoğu ruhsal rahatsızlığın nedeni, çocukluk sırasında alıştırması yapılmayan hareket akışlarında da aranmalıdır. 

Düzenli bölümlenmiş bir gündelik akış, yıllık bayram ve kutlamaların ritmik düzeni, özgürce yaratıcı faaliyette bulunma, dört hafta boyunca bir öykü ya da masalın daima aynı saatte yaşatılarak derinlemesine anlatılması gibi uygulamalar, içsel güven ve ruhsal tatmin yaratan yardımcılardır. Bunları çocukla uygulayabilmek için eğitimcinin daima kendi kendini sürekli eğitmeye hazır olması gerekir, çünkü o çocuğa rol modeli, örnek olacaktır. 

Bu ilk yedi yılın en önemli meyvesi, sağlıklı bir irade olmalıdır. Bunun için sevgiyle sağlıklı bir organ gelişimi ile sağlıklı duyu gelişimi ön koşuldur. Rudolf Steiner duyular öğretisinde on iki duyudan söz eder. Uyuşukluk ve can sıkıntısı ile hevessizlik üstünde düşünülmesi gereken çağdaş hallerdir. Çünkü yaşam boyu temel olacak bir ana ruh hali bu çocukluk yıllarında yapılanır, sonraki tüm gelişme bunun üstüne inşa edilir. İstek ve iradenin yarattığı hareketlilik sonra ruhsal harekete ve daha sonra da düşünsel harekete dönüşür. 

Düşüncede saydamlık, Duyumsamada içsellik İstemede vakar olmalıdır. Bunların desteklenmesiyle insana yaraşır bir yaşam kurmak mümkün olur. Bu insan “dünyayı ve kendini kavrayan, sorumluluk sahibi” bir birey olur. 

dinamikanne : Peki sonraki yıllar? 

ÖMER ÖZKAN: 7-14 yaş arasında didaktik öğrenme başlar, bu dönemde zanaat ve sanat dönemidir. Okuma yazma, Matematik, Müzik, Resim, Tiyatro ve Öritmi derinlemesine hayata girer. 14-21 yaş düşünme döneme, artık bu dönemde derin bilim ve felsefe almaya hazırdır çocuklar. Bu şekilde genel olarak özetleyebilir. İlkokul için sanırım ayrıca konuşmak gerekecek.  

dinamikanne : Oyun grupları ne kadar önemli ve kaç yaş itibari ile oyun grubuna katılmalı çocuklar? 

-ÖMER ÖZKAN : Gebelikten 3 yaşına kadar olan dönemde anneler ve babalar çocukları ile birlikte katılabilirler. Bu dönemde beslenme, oyuncak materyal seçimi, nasıl şarkı söylenir, çocuğun gelişim dönemleriyle ilgili pratik bilgi alınır. Waldorf eğitmenleri çocuklara karışmadan ve örnek olarak nasıl sağlıklı bir ortam yaratıkları görmek ve evde uygulamak önemli.  

dinamikanne: Kreş yaşı kaç olmalıdır? 

-ÖMER ÖZKAN : 3-4 yaş arasında başlayabilirler. Genelde 3 yaşındaki kız çocuklar çocuklar bir ay sonunda alışıyorlar. Erkek çocuklar için biraz daha beklemek gerekebilir. Her çocuk özeldir, 2,5 yaşında Alman bir kız çocuğu vardı mesela hiç zorlanmadı, 4 yaşında hazır olmayan çocuklarda oldu. Yapısal öğrenme olan bir kreşe vermek zorundaysanız ne kadar geç verirseniz o kadar iyi tabi. 

dinamikanne: Dünyada Waldorf okullarında nasıl bir standart var? 

ÖMER ÖZKAN:Her ülke, her şehir hatta her veli girişimi kendine özgü uyguluyor. Biz Aşure ve Hıdırellez kutluyoruz ve ritimleri eğitmenlerimizle birlikte belirliyoruz. Pedagojik olarak bir standart ve kalite var. Sürekli dünyadan mentör ve danışmanlar geliyor.  

Dinamikanne: Anne ve babalara tavsiyen nedir? 

ÖMER ÖZKAN: Acele etmesinler çocuklar zamanı gelince öğreniyorlar, her tür ekrandan uzak tutsunlar, organik ve sağlıklı beslesinler, çocuklarıyla kaliteli vakit geçirsinler ve en az 4 hafta tekrar etsinler. Çok açıklama çok konuşmak iyi gelmiyor, sakin olsunlar, çocukların düşmesine, ağaçlara tırmanmasına izin versinler. Doğaya ve dağlara gitsinler, ninni ve şarkı söylesinler, kadim Anadolu ve dünya masalları anlatsınlar. Gerçek kahramanları olsun.  

Dinamikanne: Size nasıl ulaşabilirler? 

ÖMER ÖZKAN: Dinamik anne çok teşekkürler