Eğer dün yarı-açık dersimde söylediklerimi hatırlıyorsanız, gelecekte öğretmenlerin irade ve duygu oluşturmaya özel bir değer vermesi gerektiğini anlayacaksınız. Dün, eğitimin yenilenmesi bağlamında düşünmeyenlerin bile irade ve duygu gelişiminin önemini vurguladığını söylemiştim. Ancak, tüm iyi niyetlerine rağmen, bu kişiler irade ve duyguyu geliştiren çok az şey başarıyorlar. İrade ve duygu giderek daha fazla rastlantıya bırakılıyor çünkü irade etmenin gerçek doğasına dair bir anlayış bulunmuyor.
(2) Öncelikle belirtmek isterim ki, ancak iradeyi gerçekten anladığımızda, bizi harekete geçiren duyguların bir kısmını bile anlayabiliriz. Bu nedenle kendimize şu soruyu sorabiliriz: “Bir duygu aslında nedir?” Duygu, irade ile yakından ilişkilidir. İrade, ancak duygu etkin hale geldiğinde ortaya çıkar; duygu ise bastırılmış iradedir. Tam olarak ifade edemediğimiz ve ruhumuzda kalan irade kısmı duygudur; duygu, köreltilmiş iradedir. Bu yüzden, duygunun özünü ancak iradenin doğasına nüfuz ettiğimizde tam anlamıyla kavrayabiliriz.
(3) Buraya kadar olan açıklamamdan görebileceğiniz gibi, doğum ile ölüm arasındaki yaşam sürecinde, iradenin içinde barındırdığı her şeyi tam olarak oluşturamayız. Bir irade eylemini gerçekleştirdiğimizde, hayatımızda tamamlanmayan ve ölümden önce tüketilmeyen bir şey daima kalır. Her iradi kararın ve eylemin bir parçası insanın içinde kalır ve ölümden sonra varlığını sürdürür. Özellikle çocukluk döneminde, bu kalan kısmı tüm yaşam boyunca dikkate almamız gerekir.
(4) Bütün bir insan varlığına baktığımızda, bedeni, ruhu ve ruhsal özü görürüz. Beden, en azından daha maddesel bileşenleriyle doğar. Bununla ilgili daha fazla ayrıntıyı Teozofi adlı kitabımda bulabilirsiniz. Beden, genetik mirasın akışı içindedir; kalıtsal özellikleri taşır ve benzeri unsurları içerir. Ruh ise, doğum öncesi varoluşun en çok bedene bağlı olan kısmıdır. Ancak, modern insanlarda ruhsal olan yalnızca bir eğilim olarak mevcuttur. (Uzak bir gelecekte bu durum farklı olacaktır.) Bu nedenle, iyi bir pedagojinin temelini oluşturmak istediğimiz noktada, modern insanın gelişim çağında yalnızca eğilim olarak var olan ruhsal unsurları dikkate almalıyız. Uzak gelecekte insan doğasında yer alacak eğilimler konusunda net bir anlayış geliştirmeliyiz.
(5) Ruhsal Benlik olarak adlandırdığımız şey yalnızca bir eğilim olarak mevcuttur. Modern insan hakkında konuştuğumuzda, Ruhsal Benliği insan doğasının bir parçası olarak doğrudan dahil edemeyiz. Bununla birlikte, ruhsal olanı görebilen kişilerde Ruhsal Benlik hakkında net bir farkındalık bulunur. Gelişmiş bilinç düzeyinde olan tüm Doğu kültürü, Ruhsal Benliğe manas adını vermektedir ve Doğu geleneğinde manas, insanın içinde yaşayan bir şey olarak kabul edilir. Ayrıca, tam olarak “eğitilmemiş” Batı halkları da Ruhsal Benlik hakkında belirgin bir farkındalığa sahiptir. Kesin olarak söyleyebilirim ki, bu farkındalık oldukça nettir, çünkü sıradan insanlar—özellikle tamamen materyalist bir bakış açısına kapılmadan önce—bir insanın ölümden sonra geriye kalan kısmına manes demişlerdir. İnsanlar, ölümden sonra varlığını sürdüren şeyin manes olduğunu söylerler: manas ile manes eşdeğerdir. Dediğim gibi, sıradan insanlar bu konuda bilinçlidirler; çünkü burada çoğul formu kullanırlar: manes. Antroposofide, Ruhsal Benliği daha çok insanın ölümden önceki varlığıyla ilişkilendirdiğimiz için, tekil form olan Ruhsal Benlik terimini kullanırız. Ancak, gerçeklikten ve Ruhsal Benliği naif bir şekilde kavramaktan hareket eden sıradan insanlar, manes terimini çoğul olarak kullanırlar. Çünkü insan ölüm kapısından geçtiğinde, onu karşılayan birçok ruhsal varlık bulunur. Daha önce farklı bir bağlamda bahsettiğim gibi, hepimizin melekler hiyerarşisine ait kişisel bir ruhsal rehberi vardır. Bunun üzerinde, insan ölüm kapısından geçtiğinde aktif hale gelen Baş melekler hiyerarşisinin ruhları bulunur. Böylece, doğrudan birçok ruhsal varlıkla ilişki içinde var olmaya başlarız. Sıradan insanlar bunu oldukça net bir şekilde hissederler, çünkü insanın dünyadaki görünürde bireysel varoluşunun aksine, ölümden sonra bir çeşit çoğulluk içinde algılanabileceğini bilirler. Böylece, manes, Ruhsal Benliğin çoğulluğuna dair naif kolektif bilinç içinde yaşayan bir şeydir.
(6) İnsan varlığının ikinci ve daha yüksek bir yönü olan Yaşam Ruhu'ndan bahsedebiliriz. Yaşam Ruhu, modern insanlarda neredeyse hiç algılanamaz. Bu, çok ruhsal bir unsurdur ve ancak uzak gelecekte gelişecektir. İnsanın en yüksek yönü ise şu anda yalnızca belli belirsiz bir eğilim olarak var olan Gerçek Ruhsal İnsandır.
(7) Bu üç yüksek insan doğası unsuru, doğum ile ölüm arasındaki modern insan yaşamında yalnızca eğilim olarak var olsa da, ölüm ve yeniden doğuş arasında önemli bir gelişim sürecinden geçer—elbette daha yüksek ruhsal varlıkların koruması altında. Bir insan öldüğünde ve yeniden ruhsal dünyaya alıştığında, bu üç unsur oldukça belirgin bir şekilde gelişir ve gelecekteki insan varoluşuna işaret eder. İnsan, doğum ile ölüm arasında ruh-beden gelişimini tamamladığı gibi, ölümden sonra da net bir gelişim yaşar; ancak o noktada insan, daha yüksek hiyerarşilere ait ruhsal varlıklarla bir tür ruhsal göbek bağı aracılığıyla bağlantı kurar.
(8) Şimdi, modern insanın zorlukla algıladığı bu yüksek ruhsal unsurların yanında, doğrudan kavrayabileceğimiz bileşenleri de ekleyelim: Bilinç Ruhu, Anlama Ruhu ve Duyusal Ruh. Bunlar, insan ruhunun temel bileşenleridir. Bugün insan ruhunu ve beden içinde nasıl yaşadığını konuşacaksak, bu üç bileşenden söz etmeliyiz. Eğer insan bedeninden bahsedeceksek, şunları ele almalıyız: duyusal beden (en az algılanan ve astral beden olarak da adlandırılan yapı), eterik beden ve fiziksel beden—ki bunu gözlerimizle görebiliriz ve geleneksel bilim bunu inceler. Böylece, insanın bütünsel varlığını tamamlamış oluruz.
(9) Şimdi biliyoruz ki, bizler hayvanlarla fiziksel bedeni paylaşırız. Ancak, insanı anlamak için onun dokuz yönünü hayvan dünyasıyla karşılaştırdığımızda, iradenin doğasını kavramak için faydalı bir perspektif elde ederiz. İrade ancak, insan ruhunun fiziksel bir beden ile örtüldüğünü ve hayvanların da fiziksel bir bedene sahip olduğunu anladığımızda kavranabilir. Fakat pek çok açıdan hayvanların fiziksel bedeni, insanınkinden farklı şekillenmiştir. İnsanın fiziksel bedeni, hayvanınkinden daha mükemmel değildir.
Örneğin, bir kunduzun yuvasını nasıl inşa ettiğini düşünelim. İnsanlar bunu eğitim almadan, yani mimarlık gibi karmaşık bir eğitim sürecinden geçmeden yapamazlar. Ancak kunduz, bedeninin doğal işleyişi ile yuvasını inşa eder. Onun bedeni, fiziksel dünyaya öyle bir şekilde uyarlanmıştır ki, kunduz bedensel formunun sunduğu yetilerle yuvasını oluşturabilir. Bu bağlamda, kunduzun fiziksel bedeni onun öğretmenidir. Aynı şekilde yaban arıları, arılar ve diğer küçük hayvanların fiziksel bedenlerinde, insan bedeninde o kadar belirgin olmayan bazı özellikler görebiliriz. İşte bu noktada, içgüdü kavramı devreye girer.
İçgüdüyü ancak fiziksel bedenle ilişkilendirerek anlayabiliriz. Hayvanların dünyasını incelerken, çeşitli içgüdü türlerini keşfetmek için hayvanların fiziksel biçimlerine bakmamız gerekir. Eğer iradeyi anlamak istiyorsak, onu öncelikle içgüdü alanında aramalıyız ve içgüdüleri hayvanların farklı beden yapılarında bulabileceğimizin bilincinde olmalıyız. Eğer çeşitli hayvanların fiziksel formlarını tasvir edecek olsaydık, farklı içgüdü alanlarını da şekilsel olarak çizebilirdik. Farklı hayvanların fiziksel bedenleri, iradede var olan içgüdülerin birer sembolüdür.
İçgüdüler fiziksel bedende yer alır. Ancak eterik beden içgüdüleri kontrol ettiğinde, içgüdü bir dürtü haline gelir. İrade, fiziksel bedende içgüdüdür, ancak eterik beden içgüdüyü yönetmeye başladığında, irade bir dürtüye dönüşür. İçgüdünün dışsal dünyada gözle görülür bir biçimde var olan hali, dürtü kavramında içselleşmiş ve birleştirilmiş bir yapıya dönüşür.
İçgüdüleri hayvanlarda veya insanlarda gözlemlediğimizde, onların dışsal olarak dayatılan bir güç olduğunu söyleyebiliriz. Ancak dürtüler, süpersensibil eterik bedenin içgüdüyü kontrol altına alması nedeniyle, daha içsel bir kaynaktan doğar. Böylece içgüdü, bir dürtü haline gelir.
İnsan varlığı, daha derinlerde yer alan duyusal bir bedene de sahiptir. Bu beden, bir dürtüyü kontrol altına aldığında, yalnızca içselleştirmekle kalmaz, aynı zamanda içgüdü ve dürtü bilinç düzeyine yükselerek arzuya dönüşür. Hayvanlarda dürtüler bulabildiğimiz gibi, arzuları da bulabiliriz; çünkü hayvanlar üç bedene sahiptir: fiziksel beden, eterik beden ve duyusal (astral) beden. Ancak arzu hakkında konuştuğumuzda, onu içsel bir olgu olarak algılarız. Dürtü, doğumdan yaşlılığa kadar sürekli olarak dışa vurulan bir eğilimdir. Arzu ise, ruhun yarattığı geçici bir oluşumdur. Bir arzu kişilik özelliği olmak zorunda değildir, ruha bağlı kalması gerekmez; belirir ve kaybolur. Bu nedenle arzuların, basit dürtülerden daha fazla ruhsal olduğu söylenebilir.
(12) Şimdi şu soruyu sorabiliriz: Bir insan, zamansal bedende yaşayan içgüdü, dürtü ve arzuyu nasıl "benlik" ile bütünleştirir? Yani, Duyusal Ruh, Anlama Ruhu ve Bilinç Ruhu ile nasıl birleştirir? (Bu, hayvanlarda gerçekleşemez.) Burada, zamansal bedende olduğu kadar net ayrımlar yapamayız, çünkü modern insanın ruhu içinde her şey birbirine karışmıştır. Modern psikolojinin sorunu, ruhun yönlerini kesin biçimde ayırması mı, yoksa akışkan bir yapı içinde değerlendirmesi mi gerektiğini bilememesidir. Geleneksel psikoloji ekolleri irade, duygu ve düşünceyi kesin bir şekilde ayırma eğilimindedir.
Bazı psikoloji okulları, örneğin Herbart ekolü, daha çok düşünce yönelimlidir; bazıları ise, Wundt ekolü, iradeyi öne çıkarır. Ancak, psikolojide ruhun yönleri konusunda net bir görüş yoktur; çünkü pratik yaşamda "benlik", ruhun tüm yönlerine nüfuz eder ve bu üç boyut açıkça görülemez. Dolayısıyla irade, ruh tarafından yönetildiğinde ve benliğe geçtiğinde ne olduğu konusunda kesin ayrım yapacak sözcükler bulunmaz.
Genel olarak, benliğin etkisi altındaki içgüdü, dürtü ve arzuya “güdü” deriz. Böylece ruh ve benlik içinde irade impulslarından bahsettiğimizde, güdülerden söz ederiz ve biliriz ki hayvanlar arzulara sahip olabilir, ancak güdülere sahip olamazlar. İnsanlarda bir arzu önce ruha taşınarak güdü haline gelir ve böylece içsel bir yönelim kazanır. Arzular yalnızca insanlarda irade güdüsü haline dönüşebilir. İnsanlar hayvan dünyasıyla içgüdüleri, dürtüleri ve arzuları paylaşırlar; ancak yalnızca insanlar bunları güdüye yükseltebilir. İşte modern insanın iradesi dediğimiz şey budur.
Bu yapı açıkça mevcuttur ve insan doğasını gözlemleyen herkes, irade doğasını anlamak için bir kişinin motivasyonunu bilmemiz gerektiğini söyleyecektir. Ama mesele sadece bu değil!
Bir kişi güdü geliştirdiğinde, çok ince bir değişim gerçekleşir ve biz bu inceliğe dikkat etmeliyiz.
Burada, irade impulslarındaki ince farkı açıkça ayırt etmeliyiz. Bunu basit düşüncelerle karıştırmamalıyız. Örneğin: “Yaptığım şey iyiydi” diye düşündüğünüzde, bu düşünce alanına girer, irade alanına değil.
Ancak iradeye doğrudan dokunan bir unsur vardır: dilek.
Burada arzularımızdan kaynaklanan güçlü dilekleri kastetmiyorum, aksine her güdünün içinde gizlice var olan ince dilekten bahsediyorum.
Bu ince dilekler her zaman mevcuttur. Özellikle, iradeden doğan bir eylem gerçekleştirdiğimizde, onu düşünerek şöyle diyebiliriz: “Az önce yaptığım şeyi çok daha iyi yapabilirdim.”
Ancak, hayatta herhangi bir şey yoktur ki “daha iyi yapamazdım” diyemeyelim.
Eğer bir insan yaptığı bir şeye tamamen tatmin olmuşsa, bu aslında gelişim eksikliği gösterir. Hayatta daha yüksek bir düzeyde bulunan kişi, asla tamamen tatmin olmaz; çünkü her zaman bir şeyi daha iyi yapma isteği güdü olarak var olur.
Bu nokta genellikle yanlış anlaşılır. İnsanlar bir eylemden pişmanlık duymayı büyük bir olay olarak görür. Ancak pişmanlık yeterli değildir, çünkü çoğu zaman bencillik içerir—yani insanlar eylemi daha iyi gerçekleştirmek değil, daha iyi bir insan olmak için pişman olurlar. Bu egosantrik bir yaklaşımdır.
Gerçek gelişim pişmanlık duymakta değil, aynı eylemi bir sonraki sefer daha iyi yapmaya odaklanmaktır. Bu fark çok önemlidir:
Pişmanlık geçmişi iyileştirmeye çalışır. Gerçek güdü ise geleceği iyileştirmeye odaklanır.
Bu irade alanındaki ince dilek, Ruhsal Benlik'in ilk belirtilerinden biridir.
(14) Bir dilek daha açık ve somut hale gelebilir. O zaman niyete benzemeye başlar. Eğer aynı eylemi tekrar yapmamız gerekirse, onu nasıl daha iyi gerçekleştirebileceğimize dair bir fikir oluşturabiliriz. Ancak ben, bu tür görsel tasvirlere çok fazla değer vermem; bunun yerine, her güdünün içinde var olan, gelecekte daha iyi yapma isteğiyle duygu ve irade alanında bulunan unsurları daha önemli bulurum.
Bu noktada, insan bilinçaltı kendini güçlü bir şekilde gösterir. Gündelik bilinç seviyesinde, bir eylemi nasıl daha iyi yapabileceğinize dair bir görüntü her zaman oluşturamazsınız. Ancak, sizin içinizde yaşayan ikinci kişi, yani benliğinizin derinliklerindeki bilinçaltı yönünüz, aynı durumda tekrar bulunmanız halinde eylemi nasıl gerçekleştireceğinize dair net bir iradi tasarım geliştirir.
Bunu hafife almayın! İçinizde yaşayan ikinci kişiyi küçümsemeyin!
(15) Bugün, analitik psikoloji veya psikanaliz adıyla anılan bilim dalında, bu ikinci kişi hakkında birçok yüzeysel ve gereksiz bilgi dolaşıyor. Psikanaliz, bazı ders kitaplarında klasik bir örnekle tanıtılır. Daha önce bu örneği belirtmiştim, ancak yeniden hatırlamak faydalı olacaktır.
(16) Örnek olay şöyledir:
Bir adam evinde bir davet verir ve partinin ardından eşi bir tatil beldesine gitmek üzere yola çıkacaktır. Birçok kişi partiye katılır ve aralarında özel bir kadın da bulunur. Adam partiyi düzenler ve eşini trene götürür. Partiye katılanlar, aralarında bu kadın da olmak üzere, evden ayrılarak evlerine dönerler.
Yolda, kadın ve misafirler tam bir kavşağa vardıklarında, bir at arabası hızla dönerek ortaya çıkar. Misafirler ne yapar? Kadın hariç herkes kenara çekilir, ancak kadın hızla koşarak atların önünden sokak boyunca ilerler. Arabacı durmaz ve diğer misafirler büyük bir şaşkınlık yaşar. Ancak kadın, o kadar hızlı koşar ki, diğerleri onu takip edemez; o koşmaya devam eder ve bir köprüye ulaşır. Yine de kenara çekilmeyi aklına getirmez. Sonunda suya düşer, kurtarılır ve ev sahibinin evine geri getirilir. Böylece geceyi orada geçirme şansı yakalar.
(17) Bu olay, birçok psikanaliz ders kitabında klasik bir örnek olarak gösterilir. Ancak burada yanlış yorumlanan bir nokta var. Bu olayın temelinde ne var? Temel unsur, kadının iradesidir. Kadın aslında neyi istiyordu? Ev sahibinin eşi gittikten sonra onun evine geri dönmek istiyordu, çünkü ona âşıktı. Ancak, bu arzu bilinçli değildi—bilinçaltında gizlenmiş bir istek olarak bulunuyordu. Bilinçaltında yaşayan ikinci kişi, çoğu zaman kişinin kendisinden daha akıllıdır.
Bu durumda kadının bilinçaltı, bütün süreci önceden tasarlamıştı—suya düşene kadar olan her anı planlamıştı. Kadın, kurtarılacağını sezgisel olarak bile öngörmüştü.
Psikanaliz, ruhun bu gizli güçlerini anlamaya çalışır. Ancak bu ikinci kişi hakkında yalnızca belirsiz ifadeler kullanır. Ancak biz biliyoruz ki, ruhun bilinçaltı güçleri çok güçlüdür, ve bazen bireyin normal bilincinden daha zekice hareket edebilir.
(18) Her insanın derinlerinde başka bir kişi bulunur. Bu içsel ikinci kişi, aynı zamanda daha iyi bir insan olmayı vaat eden bir varlıktır. Böylece, her eylemde bilinçsiz ve içsel bir niyet bulunur—benlik, gelecekte aynı durumu daha iyi yönetmek için sürekli olarak bir niyet geliştirir.
(19) Ancak ruh bedenden özgürleştiğinde, niyet karara dönüşür. Niyet, ruh içinde bir tohum gibi bulunur, ancak karar daha sonra ortaya çıkar. Karar, Ruhsal İnsan’da gerçekleşirken, niyet Yaşam Ruhu’nda ve saf dilek Ruhsal Benlik’te var olur. İnsanı irade sahibi bir varlık olarak değerlendirdiğimizde, şu unsurların yer aldığını görebiliriz: İçgüdü, Dürtü, Arzu, Güdü. Ve daha derinlerde, şu öğeler bulunur: Ruhsal Benlik’te dilek, Yaşam Ruhu’nda niyet, Ruhsal İnsan’da karar
(20) Bu konu insan gelişimi açısından büyük bir önem taşır. Ölümden sonraki zamana kendini saklayarak sessizce varlığını sürdüren şey, insanın doğum ile ölüm arasındaki yaşamında düşünsel görüntüler olarak ifade edilir. Bu durumu, aynı sözcüklerle tanımlarız. Düşüncelerimizde de dilek, niyet ve karar deneyimleriz. Ancak, dilek, niyet ve kararı ancak bu unsurlar bizde doğru bir şekilde geliştiğinde insan doğasına uygun biçimde yaşayabiliriz.
İnsanın derinliklerindeki dilek, niyet ve karar, doğum ile ölüm arasındaki yaşamda dışarıya açık bir şekilde ifade edilmez. Bunlar yalnızca zihinsel tasvirler olarak ortaya çıkar. Eğer yalnızca sıradan bilinç düzeyini geliştirirseniz, bir dileğin ne olduğunu gerçekten bilemezsiniz; yalnızca dilek hakkında düşünmüş olursunuz.
Bu nedenle, Herbart dileğin içinde zaten bir çaba olduğunu düşünür. Aynı durum niyet için de geçerlidir; burada da yalnızca düşünce vardır. Bir şeyi yapmayı istiyorsunuz, ancak bu gerçek bir ruhsal süreç olarak ruhunuzun derinliklerinde oynanıyor ve nedenini bilmiyorsunuz.
(21) Şimdi karar aşamasına geliyoruz! Kim bunun hakkında gerçekten bilgiye sahiptir? Psikoloji genellikle yalnızca genel bir arzu hakkında konuşur.
Tüm bunlara rağmen, öğretmen ruhun üç gücüne de dokunmalı ve onları kurallaştırmalı ve düzenlemelidir. Eğitimde çalışmak istiyorsak, insan doğasının derinliklerinde oluşan şeylerle çalışmalıyız.
Özellikle öğretmenler olarak eğitimi yalnızca yaygın uygulamalara göre şekillendirmenin yetersiz olduğunu fark etmeliyiz.
Gerçek insan doğasını anlayarak eğitim oluşturmalıyız.
(22) Popüler sosyalizm tam da bu hatayı yapar—eğitimi yaygın uygulamalara dayanarak şekillendirmeye çalışır.
Gelecekteki eğitimi Marksist sosyalistlerin sıradan ideallerine dayandırırsak ne olur? Bu zaten Rusya’da yaşandı—ve Lunatcharski okul reformu korkunç bir şeydir.
Bu, tüm uygarlığın ölümü demektir!
Bolshevizm’den doğan birçok korkunç şeyin yanı sıra, en kötüsü Bolşevik eğitim yöntemidir!
Eğer başarılı olursa, önceki dönemlerden gelen tüm uygarlık kazanımlarını yok eder.
Bu ilk nesilde hemen gerçekleşmeyecektir, ancak sonraki nesillerde kaçınılmaz hale gelecektir—ve böylece tüm uygarlık yeryüzünden silinme tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır.
Bazı insanlar bunu şimdiden görmüş olmalı.
Bugün ılımlı sosyalizmin acemice talepleri altında yaşıyoruz.
Sosyalizm zaten bu ters bakış açısına yöneliyor—iyiyi ve kötüyü birbirine karıştırıyor.
Bu odada Bolşevizm’i öven insanlar gördünüz—ancak Bolşevizm’in içinde şeytanın sosyalizme nasıl doğrudan nüfuz ettiğini bilmiyorlar!
23) Bu konuda özellikle dikkatli olmalıyız. Toplumsal ilerlemenin, öğretmenlerin insanı derinlemesine anlamasını gerektirdiğini bilen insanlara ihtiyacımız var. Geleceğin öğretmenlerinin insan doğasını derinden kavramaları, insan doğasıyla içsel bir bağ içinde yaşamaları gerektiğini ve eğitimde yetişkinler arasında yaygın olan yöntemleri kullanmamaları gerektiğini bilmeliyiz. Peki çoğu Marksist ne istiyor? Sosyalist okullar kurmak, müdürlük makamını ortadan kaldırmak (yerine bir şey koymadan) ve mümkün olduğunca çok çocuğa eğitim vermek istiyorlar. Bundan yalnızca korkunç bir sonuç doğabilir!
(24) Bir keresinde kırsal bir yatılı okuldaydım ve en yüce amaçlı ders olduğunu düşündüğüm din dersini gözlemlemek istedim; bu nedenle sınıfa girdim.
Bir yaramaz çocuk pencere pervazına uzanmış, ayaklarını dışarı sallandırıyordu; bir diğeri yerde oturuyordu; üçüncüsü ise bir yerde karnının üzerine uzanmış, başını yukarı kaldırmıştı.
Çocuklar sınıfta bu şekildeydi.
Sonra sözde din öğretmeni geldi ve herhangi bir giriş yapmadan Gottfried Keller’den kısa bir hikâye okumaya başladı.
Çocuklar, onun okuması sırasında çeşitli sesler çıkartıyor ve dikkati dağıtacak şeyler yapıyordu.
Öğretmen okumayı bitirdiğinde din dersi sona ermiş oldu ve herkes dışarı çıktı.
Bu deneyim sırasında zihnimde bir görüntü canlandı: Sanki bu yatılı okulun hemen yanında büyük bir koyun ağılı varmış ve bu çocuklar da sadece birkaç adım ötede yaşıyormuş gibiydi.
Böyle durumları çok sert şekilde eleştirmemeliyiz.
Bunlar iyi niyetle ortaya çıkar, ancak uygarlığın gelecekte neye ihtiyaç duyduğunun tam bir yanlış anlaşılmasıdır.
(25) Modern insanlar, sözde sosyalist programla neyi başarmak istiyorlar? İnsanlar, çocuklarla yetişkinlerin birbirleriyle ilişkilerinde davrandıkları gibi ilgilenmek istiyor. Oysa bu, eğitimde yapabileceğimiz en kötü şeydir. Çocuğun, bedensel ve ruhsal olarak, yetişkinlerin birbirleriyle ilişkilerinde geliştirmesi gerekenlerden çok farklı güçler geliştirmesi gerektiğinin bilincinde olmalıyız. Eğitim, ruhun derinliklerinde yatanla çalışmalıdır; aksi hâlde ilerleyemeyiz. Bu nedenle, eğitimin insan iradesinin doğasına nasıl etki ettiğini sormalıyız. Bu soruyla ciddi şekilde ilgilenmeliyiz.
(26) Dün söylediklerimi hatırlarsanız, bütün entelektüel şeylerin aslında “yaşlanmış irade” olduğunu belirtmiştim. Yani, bunlar iradenin yaşlılık hâlidir. Bu nedenle, akılla yönlendirilmiş tüm normal öğretim, her türlü normal azar ve öğretimde kullanılan tüm kavramlar, okul çağındaki çocuk üzerinde kesinlikle hiçbir etki yaratmaz. Kısaca şunu söyleyebiliriz: Duygu gelişmektedir; yani henüz tam olarak var olmamış, gelişmekte olan iradedir. Ancak tüm insan, irade içinde yaşar; bu yüzden çocuğun bilinçdışı kararlarını da dikkate almak zorundayız. Düşüncelerimizi iyi tasarladığımızı sanarak, bunların çocuğun iradesi üzerinde etkili olacağını düşünme yanılgısından sakınmalıyız.
Kendimize şu soruyu sormalıyız: Çocuğun duygusunu olumlu şekilde nasıl etkileyebiliriz? Bunu ancak tekrarlanan etkinliklerle yapabiliriz. Çocuğa sadece bir kez doğru olanı söylemekle onun iradesini etkileyemezsiniz; ancak bugün, yarın ve ertesi gün aynı şeyi yaptırarak etkileyebilirsiniz. Doğru yaklaşım çocuğu azarlamak ya da ona ahlaki kurallar vermek değildir. Onun yerine, doğru olanı hissedebileceğini düşündüğünüz bir etkinliğe yönlendirmek ve bunu tekrar etmesine olanak tanımaktır. Bu tür davranışları alışkanlığa dönüştürmelisiniz. Davranışlar ne kadar bilinçsiz bir alışkanlık hâline gelirse, duygu gelişimi açısından o kadar iyidir. Çocuk, bir eylemi sırf tekrar etmesi gerektiği için, yapılması gerektiğini bilerek yerine getirmeye başladığında, bu davranışları gerçek bir irade dürtüsüne yükseltmiş olursunuz.
Dolayısıyla, bilinçsiz tekrar duyguyu, tam bilinçli tekrar ise irade dürtüsünü geliştirir; çünkü bu sayede karar verme gücü artar. Çocuğun bilinçli şekilde tekrar etmesi, normalde yalnızca bilinçaltında kalan karar verme gücünü harekete geçirir.
İrade eğitimi söz konusu olduğunda, entelektüel yaşamda önemli olan şeyleri dikkate almamalıyız. Entelektüel yaşamda genellikle bir çocuğun bir şeyi ne kadar iyi anladığına ve ne kadar çabuk öğrendiğine önem veririz. Anında anlama ve anında ezberleme bizim için değerlidir. Ancak çocuğun hemen anladığı ve ezberlediği şeyler, onun duygu ve iradesi üzerinde etkili olmaz. Duygu ve irade üzerinde etki eden yalnızca şudur: Çocuğun tekrar tekrar yaptığı ve belli durumlar altında doğru olduğunu fark ettiği şeyler.
(27) Daha önceki, daha ataerkil eğitim anlayışı bu gerçeği kullanırdı. Her şey basitçe bir alışkanlık meselesi hâline gelirdi. Bu şekilde yapılan her şeyin içinde pedagojik açıdan oldukça iyi bir şey yatar. Örneğin, insanlar neden her gün Rab’bin Duası’nı (The Lord’s Prayer) okurdu? Bugün insanlara aynı hikâyeyi her gün okumaları söylense, bunu reddederlerdi çünkü bu onlara fazlasıyla sıkıcı gelirdi. Modern insanlar, tek seferlik deneyimlere alıştırılmışlardır. Oysa önceki kuşaklar yalnızca her gün aynı duayı etmekle kalmaz, aynı zamanda haftada en az bir kez aynı hikâye kitabını okurlardı. Bu yüzden, modern eğitimden geçmiş insanlara göre çok daha güçlü iradelere sahiptiler. İradenin geliştirilmesi bilinçli ve bilinçsiz tekrar üzerine kurulur. Bunu göz önünde bulundurmalıyız. Sadece soyut bir şekilde “iradeyi geliştirmeliyiz” demek yeterli değildir. Böyle denildiğinde, insanlar iradeyi geliştirmeye dair iyi bir fikirleri olduğunu ve bu fikri ince bir yöntemle çocuğa aktardıklarında onun iradesini geliştirmiş olacaklarını sanabilir. Oysa gerçekte bu faydasızdır. Bunun tek sonucu, sürekli azarlanma ihtiyacı duyan zayıf ve sinirli insanlardır. İnsanlar içsel güç kazanırlar, örneğin, çocuklara “bugün şunu yap, yarın da, ertesi gün de” dediğimizde. Bunu otoriteye duydukları saygıdan yaparlar, çünkü okulda birinin emir vermesi gerektiğini bilirler. Bu nedenle, her çocuğa her gün bir görev vermek —mümkünse bütün bir okul yılı boyunca— iradenin gelişimi üzerinde güçlü bir etki yaratır. Bu, çocuklar arasında temas kurar, öğretmenin otoritesini güçlendirir ve çocukları iradeyi güçlü biçimde etkileyen tekrarlı bir etkinliğe yönlendirir.
(28) Sanatsal etkinlikler neden özellikle iradenin oluşumunu bu kadar güçlü bir şekilde etkiler? Çünkü, birincisi, uygulama tekrar üzerine kuruludur ve ikincisi, insanların sanatsal etkinlikler aracılığıyla aldıkları şeyler her zaman onlara neşe verir. İnsanlar sanattan sadece ilk seferinde değil, tekrar tekrar keyif alırlar. Sanatın, insanları yalnızca bir kez değil, defalarca doğrudan neşelendirme özelliği vardır. Bu nedenle, öğretimde ulaşmak istediğimiz şeyle sanatsal unsuru doğrudan ilişkilendiririz. Yarın bu konuda daha fazla konuşmak istiyorum. Bugün, iradeyi, zekâyı geliştirdiğimizden oldukça farklı bir şekilde nasıl şekillendirmemiz gerektiğini göstermek istedim.